Çin kaynaklarındaki ismiyle Ti veya Di olarak belirtilen bu kavimlerin
tarihi m.ö. III. Bin yıla kadar uzanmaktadır. Örneğin Çin’de efsanevi
Hsia hanedanına ait bilgiler arasında, m.ö. III. Bin yılda Çin’in kuzey
kısmı boyunca yerleşim alanları edinmiş “barbar” (göçebe) kavimlerden
söz edilmektedir. Çin kaynakları bu kavimleri toptan Ti (Di) ve Junğlar
olarak tanımlıyorlardı (1).
Bu kavimlerin menşei hâlâ tartışma
konusudur. Son dönemlerde tarihçiler bunlardan Junğları Moğolların
ataları, Tileri ise Türklerin ataları olavağı yönünde görüşe
varmışlardır. Zamanında Alman Türkolog W. Eberhard bu konudaki Çin
kaynaklarını tarayarak şu kanıya varmıştır:
“Di (Ti) işareti köpeği gösteren işaretle yazılır; bundan kurda
intikal olunabilir, bunun da H’yunğ-nu (Hun) kavimlerinin totem hayvanı
olduğu malumdur. Sonra, bundan başka yine köpek tabu ve Junğların
efsanelerine yakınlaşmak, aynı zamanda kurt efsanesini bunlara bağlamak,
böylece Junğları, Diler gibi H’yunğ-nu almak için denemelere
girişilebilir”. Ama Eberhard’ın kendisi Dileri, Dunğ-hu’larla
kıyaslamıştır (2). Bu Dunğ-hu kavmini İngiliz Türkolog S. G. Glasson
“Oğuzlar”ın cedleri hesap edecekse de bu görüş tarihçilikte kabul
görmemiştir.
Doktor Manchen-Helfen’e göre, Tiler aslında Ting-Ling’lerdir.
Bunların adı sonraki kaynaklarda Ti-Li biçiminde de geçmiştir. Ancak
Tiler, diğer bir görüşe göre Gav-çığ’lardan da olabilir. Ting-Ling ve
Gav-Çığlar Türktürler. Bir başka görüşe göre de Ti’ler Ku-di’lerin de
atası olabilir. Ku-diler Tobaların bir kavmi olduğundan bunlar da
Türktür (3).
Anlaşılan, Tiler daha ziyade Türk kavimlerle bağlantılı bir topluluk
olmuştur. M.ö. III-I. Binyıllar arasında Çin’in kuzey kısımlarından
başlayıp, Aral Gölü’ne kadar geniş sahada Ti, Junğ, H’yenyun ve Hün-yu
kavimleri oturmaktaydı. Bunlara daha sonraki Türk-Moğol kavimlerinin
ataları olmuşlardır. Bazı bilgileri göz önüne alarak bunlardan Junğların
Moğolların, Ti, H’yenyun ve Hün-yuların ise Türklerin ilk cetleri
olduğu görüşü ileri dürülebilir. Daha sonraki Türk kavimlerinin
şeceresini göz önüne alırsak, Türk boyları genelde iki büyük boydan
teşekkül etmişlerdir. Tilerden Ti-Li, daha sonra Ting-Ling, onlardan da
Töles ve Oğur/Oğuzlar; H’yenyun ve Hün-yulardan ise Hunlar, Hunlardan
ise Göktürkler türemişlerdir. Bunu kanıtlayacak bazı bilgiler mevcuttur.
Örneğin, Çin yıllığı Ch’un-ch’iu’nda yer alan bir bilgini yorumlayan
Bahaeddin Ögel’e göre, Ti adı, m.ö. 10. Yüzyılda (yani, m.ö. I. Bin
yılda) “kuzeydeki bir kısım Türk kitlelerine toptan verilen bir isimdir.
Chao döneminde bunlar sıkça Çin’e saldırı düzenlerdiler”. Yine aynı
müellif, bir diğer Çin kaynağına dayanarak şöyle der: “Kao-ch’eler (yani
Çince karşılığı Yüksek Arabalılar olan Tölesler gastedilmektedir –
E.N.) eski Kırmızı Ti’lerin neslinden, geri kalan kısımlarındandırlar.
Onların ilk adları Ti-li idi. Kuzey bölgelerinde iken adları Ch’ih-lo
idi. Bütün Çinliler onları Kao-ch’e ve Ting-Ling sayarlar. Onlar,
Hsiung-nu (Hunlar)’la aşağı yukarı aynıdırlar. Fakat zamanla küçük
farklar meydana geldi. Onların atası Hsiung-nu’ların yeğeni idi” (4).
Bu bilgi, Tilerin Hunlarla akraba boy olduğunu, yeni ikisinin de
adını bilmediğimiz bir ana boydan türediğini, daha sonraki Oğur, Oğuz,
Uygur, Ting-Ling ve Kao-ch’e (Töles) kavimlerinin Türklerin Ti
kanadından indiğini ortaya koymaktadır (5). Burada dikkati çeken bir
husus daha vardır. Aktarılan bilgiler, m.ö. I. Bin yılında Tilerin
birkaç kola ayrıldığını göstermektedir. Türk hakimiyet ve boy anlayışına
göre, boyların sağ-sol, renklere göre ise ak-kara, ak-kırmızı-yeşil
ved. biçiminde bölünmesine ilk defa Tilerde rastlamaktayız. Zira Tiler
de bu dönemde Kırmızı Ti ve Ak Ti olarak ayrılmışlardır (6).
Böylece, bu bilgiler, bize Tilerin Türk kökenli bir kavim olduğunu
ve tarihte adı geçen ilk Türk kavmi (m.ö. III. Binyıldan itibaren)
olduğunu söylemek olanağı vermektedir. Büyük Hun Devleti döneminde diğer
Türk kavimleri gibi Tiler de bu devletin yönetimi altına girmiştir.
Hunlar döneminde Çin kaynakalrı artık Tilerden söz etmezler. Onların adı
bu defa kaynaklarda Ting-Ling biçiminde geçmektedir. Ahmet Taşağıl’ın
verdiği bilgilere göre, “Mo-tun (Mete) tarafından Büyük Hun
İmparatorluğu m.ö. 206 (206) yılından sonra Orhun nehri havzasında hızla
geliştirlmeğe başlandığında, etrafındaki değişik kavim ve byları teker
teker hakimiyeti altına aldı. Bu anda karşımıza konumuz itibariyle
Baykal Gölü’nün batısından Güney Sibriya’ya Yenisey havzasına kadar
uzanan sahada önemli en eski Türk boylarından Ting-Ling’ler çıkmaktadır.
Ting-Linglerin yönetici olan grupları da bu sahada yaşıyordu. Onların
batı grubu İrtış Irmağı, güney grubu ise Gobi Gölünden Çin’e doğru
yayıldı. Kuzey grubunu ise Baykal-Yenisey civarında yaşayanlar
oluşturuyordu. Batı grubu önce Güney Kazakistan’a sonra Avrupa’ya, güney
grubu Sarı Irmağın doğduğu yere doğru yayıldı” (7).
Buradan anlaşılan, Ti boyları Hunlar döneminde Ting-Ling adıyla
tanınmakta olup, oldukça geniş bir alana yayılmışlardır. Onların
yayıldıkları sahalar Göbi Gölü’nden başlayıp Aral Gölü ve Ural nehrine
kadar uzanıyordu. Kaynaklar üzerine çalışma yapan araştırmacılar
Ting-Ling adının ne anlama geldiğini de ortaya çıkartmışlardır. Bu isim
Çin kaynaklarında T’ieh-le (okunuşu dek-lak0ti-lig, teg-reg), Ti-li
(okunuşu: d’iek-liek, tiglig; Pulleyblank’a göre, dejk-lejk, drik-lek,
dek-lek, t’ek-lek), Ch’ieh-le (okunuşu: t’iek-lek) ve T’e-le (bu ad daha
sonra Tele/Dulu Türk kavimlerinin isiminde de rastlanılacaktır)
(okunuşu: d’ek-lek) biçiminde geçmekte ve Türk –Moğol dillerinde
kullanılan telegen, terge, tergen – araba; Tegreg – çember, kasnak,
Tegrek
Böylece, W. M. McGoven, Tuan Lien-ch’en ve A. Taşağıl’ın da ortak
görüş olarak belirttikleri gibi, “Neticede Ting-Linglerin Baykal
Bölü’nün batısından Yenisey nehrinin kaynakları, Güney Sibirya ve Batı
Kazakistan bozkırlarına kadar uzanan bir sahaya yayılmış olmaları söz
konusudur. Diğer taraftan arkeolojik araştırmaların sonucuna göre m.ö.
XII-VII asırlara arasında varlığını sürdüren Karasuk kültürünün
Ting-Linglerin atalarına ait olduğu ileri sürülmektedir” (9).
Hunların çöküşünden sonra, Türk-Moğol karışımı Siyenbi kavimlerinin
ortaya çıkışı, ardından da Ju-juan (Juan-juan) ve Uar (Avar, Uar-Hun,
Ak-hun) boylarının eski Hun toprakalrında siyasi bir güç olarak
belirmesi Ting-Linglerin yeniden isim değiştirmesine ve farklı adlar
altında ortaya çıkmasına yol açmıştır. Miladan sonra V. Yüzyılda
Ting-Linglerin iki kısma ayrıldıkları ve iki yeni isim altında ortaya
çıktıkları görülmektedir. Birinciler doğuda, yani Gobi çevresi ile Orta
Asya’nın doğu kesimlerinde yerleşen Çin kaynakalrında Kao-ch’e-Ting-ling
biçiminde gösterilen Töleslerdir. A. Taşağıl’a göre, “Tabgaç (yani
Toba, Çince adıyla Wei – E.N.) devrinde kuzeyde (Çin’in kuzeyinde, yani
şimdiki Moğolistan’da – E.N.) yaşayan Türk kavimlerinin adları
Kao-ch’e-Ting-ling şekliyle birleşik yazılmıştır. Bu da bize Ting-ling –
Kao-ch’e – Töles devamlılığını ve bağlantısını göstermektedir” (10).
İkinci gurup ise Güney Sibirya ve Kazakistan bozkırı boyunca batıya
uzanarak Doğu Avrupa sahasını eline geçiren Ogurlardır. Ogur adı, Oğuz
adının Türk dilinin “r<ş” ses değişimine göre “r”li
biçiminde söyleniş tarzıdır (11). Bu Töles ve Ogurların Orta Asya’da,
yani Göktürk hakimiyeti altında kalanları daha sonra Sır-derya Oğuz
Yabgu devleti ve Selçuklular zamanında Oğuz adıyla teşkilatlanıp yeniden
ortaya çıkacaklardır.
Ogur/Oğurlar Ting-lingler kanalıyla Ti’lerden geldikleri kesindir.
Bu husutaki Çin kayıtlarını derleğen A. Taşağıl Ogurlar hakkında şöyle
der: “Tarihi kaynakalrın ışığında Ting-ling’lerin batı grubundan
çıktıkları anlaşılan Ogurlar, Doğu Avrupa’ya doğru göç etmeden önce üç
ayrı kütle halinde yaşıyorlardı. Birinci kütle: Sır-Derya-Çu ırmakları
arasında; ikinci kütle: Emba nehri havzası yani kuzey batı Kazakistan
bozkırlarında; üçüncü kitle ise Yayık ırmağı civarında yaşıyordu. Büyük
ihtimalle birinci kütle On-Ogurları, ikinci kütle Otuz Ogurları, üçüncü
kütle ise Dokuz Ogurları meydana getirmiştir”.(12)
Batıya, yani Doğu Avrupa, Karadeniz ve Hazar bölgesiyle ta Güney
Kafkasya’ya, Doğu Anadolu’ya yayılan yayılan Ogurlar (bir nevi erken
Oğuzlar diyebileceğimiz bu Ting-ling kavimleri) kendi bağımsız boy
adlarıyla da karışımıza çıkmaktadırlar. Bunlar boy adlarının sonunda
“ogur/gur” adını barındıran isimlerle anılmaktalar. Kaynaklarda bu Ogur
boylarından Sarogur (Sarı/Ak/Ogur), Bittigur (Beş Ogur),
Ultingur-Altziagir (Altı Ogur), Kutrihur-Kuturgur (Tukutgur-Dokuz Ogur),
Ungur-Hunugur (On Ogur), Utigur/Uturgur (Otuz Ogur).(13)
Ogurlar, 461-465 tarihlerinde Sabirler tarafından Ural dağlarının
doğusundan batısına itilmişlerdir. Sabirlerin etkisiyle batıya çekilen
Ogurlar burada yeni bir yapılanma içine girmiş ve uzun bir süre
Bizans’ı, Sasanileri meşgul etmişlerdir. “Kafkasların kuzeyinde, Azak
denizinin doğusunda On-Ogurlar, Don-Volga arasında yani daha kuzeyde
Otuz Ogurlar, batıda Dnyeper’e doğru Doğuz Ogurlar”(14) oturmaktaydılar.
Ogurların büyük bir kısmı Güney Kafkasya’ya inerek şimdiki Azerbaycan
ve Ermenistan’da yerleşmişlerdir (15).
Göktürk devletinin ortaya çıkması Moğolistan’da Ju-juan-Apar (Avar)
devletinin çökmesine neden olmuştur. bunun üzerine Avarlar Sabirleri
yerinden oynatmış, Sabirler de Ogurları daha batıya sıkıştırmışlardır.
Ama Göktürk tehdidi artınca Avarlar daha batıya gelmişlerdir. Bu göç
harekatı Ting-linglerin iki kolunu, yani Ogurlar ile Tölesleri
biribirnden ayırmıştır. Ogurlar Batı Türklüğü içinde erimişlerdir.
Bunlar sırasıyla Sabir, Avar, Hazar, Peçenek ve Kıpçaklar arasında yer
almış, önemli bir ksımı da Bulgarlara, Ruslara, Bizansa karışarak izini
kaybettirmiştir. Orta Asya’da kalan Ting-linglerin Töles boyları Göktürk
hakimiyetini kabul etmiş ev daha sonra ortaya çıkacak Oğuz teşekkülünün
temelini oluşturumuşlardır. Böylece, elimizdeki kaynaklar bize kesin ve
net biçimde Oğuzların Ti’lerden geldiklerini söylemeğe olanak
tanımaktadır.
Kaynakça
1. Gumilev L. N, Hunlar, çev: D. Ahsen Batur, Selenge Yay, İstanbul
2002, s. 28.
2. Eberhard W, Çin’in Şimal komşuları, çev. Nimet Uluğtuğ, TTK Yay,
Ankara 1942, s. 119.
3. Bu görüşler için bkz. Eberhard, Çin’in şimal., s. 119.
4. Çin yıllıkları Ch’un-ch’iu, Wei-shu ve Pei-shih’de geçen bu
bilgiler için bkz. Ögel B, “İlk Töles Boyları: Ugur, Ting-Ling ve
Kao-ch’e’ler”, Türk Tarih Kurumu Belleten Dergisi, cilt: XII, Sayı: 48,
Ekim 1948, Ankara 1948, s. 811-812, dipnot. 76-79.
5. Nitekim, B. Ögel, Ugur/Ogur boyların ilk Töles, yani Ti
boylarının sonraki devamcıları olarak tanıtmaktadır. Aynı makale, s.
801-805.
6. Bu hususta bkz. Eberhard, Çin’in şimal, s. 117; Ögel, İlk Töles
boyları, s. 811, dipnot 76.
7. Taşağıl A, Çin Kaynaklarına Göre Eski Türk Boyları, TTK Yay,
Ankara 2004, s. 7.
8. Golden P. B, Türk Halkları Tarihine Giriş: Ortaçağ ve Erken
Yeniçağ’da Avrasya ve Ortadoğu’da Etnik Yapı ve Devlet Oluşumu, çev.
Osman Karatay, KaraM Yayınları, Ankara 2002, s. 75.
9. Bu ve diger kaynaklar için bkz. Taşağıl, Çin kaynaklarına göre
eski Türk boyları, s. 8.
10. Aynı eser, s. 11, dipnot 17-18.
11. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Golden, Türk Halkları Tarihine
Giriş, s. 77-78’de “Oğur Türkçesi” kısmına.
12. Taşağıl, Çin kaynakalrına göre Eski Türk boyları, s. 14.
13. Aynı eser, s. 14-15; Bu kavimler hakkında geniş bilgi için bkz.
Golden, Türk Halkları tarihine giriş, s. 78-84.
14. Taşağıl, Çin kaynakalrına göre Eski Türk boyları, s. 15.
15. Djafarov Yu, Gunni i Azerbaydjani, Elm neşriyatı, Baku 1993, s.
1-100.
Kıpçaklar ve
Oğuzlar Türk boyları içerisinde tarihi rolleri ve nüfus olarak
kalabalık olmalarıyla önem arz ederler. Kıpçaklar tarihi süreç
içerisinde Türklüğün kuzey kısmını, Oğuzlar ise güney kısmını
oluşturmuşlardır. Zaman zaman değişik coğrafyalarda farklı zamanlarda
karşı karşıya gelmişlerdir. Karadeniz’in kuzeyi, Kafkaslar, Balkanlar
ve Orta Asya gibi coğrafyalarda Kıpçak-Oğuz mücadeleleri görülür. Bu
iki boy arasındaki mücadelelere girmeden her iki boyun ana yurdu ve
etnik oluşumları (etnogenez) hakkında bilgi vermekte fayda var.
Kıpçakların
merkezi Batı Sibirya idi. İrtiş ırmağının civarında, İşim ve Tobol
nehirleri çevresinde yaşıyorlardı. Gumilev’e ve Grjimaylo’ya göre Hun
çağında Kıpçakların uzak ataları olan Tinglingler Hunlara tabi olan
kavimler arasındaydı. Göktürk döneminde Tingling’ler Töles/ T’ie-le
adını aldılar. Tölesler boylar birliği halinde yaşıyorlar, çoğu zaman
Göktürkler’le çatışmaya giriyorlardı. Uygur dönemine geldiğimizde Şine
Usu yazıtında Kıpçakların Uygurlarla birlikte Türk toplulukları
üzerinde ikili bir hâkimiyet kurdukları yazılıyor. 10. yüzyıla doğru
Kimek Federasyonu içerisinde güçlenen Kıpçaklar birlik içerisinde yer
alan kavimleri siyasi hâkimiyetlerine alarak Kıpçak boylar birliğini
kurdular. Batı Kıpçak birliği Toksoba boyunun liderliğinde
örgütlenirken, Doğu Kıpçak birliği de İlbörili boyunun yönetiminde
örgütlenmişti.
Oğuzların
ilk ortaya çıkış yerleri Selenge Nehri’nin doğusu olmalıdır. Daha
sonra Oğuzlar Sirderya havalisinde kalabalıklaşmışlar ve buralarda
yurt tutmuşlardır. Oğuzlar, Tokuz-Oğuz adı verilen boylar birliğine
dâhildiler. Barthold ve Togan’a göre ise Oğuzlar Töles kavimleri
içerisinde yer alıyorlardı. Uygurlar zamanında Sekiz-Oğuz kavminden
bahsediliyor. 10. Yüzyıla gelindiğinde Oğuzlar 24 boy halinde
başkentleri Yengikent olmak üzere bir ittifak meydana getirmişlerdir.
Aynı zaman da Selçuk ve ona bağlı Oğuzlarda yavaş yavaş güçlenirken,
Gaznelilere kafa tutmaya başlamışlardı.
11. Yüzyılda
Maveraünnehr havalisinde Oğuzların Oğuz Yabgu devleti hüküm
sürüyordu ve kuzey komşuları Kıpçakların akınlarına maruz
kalıyorlardı. Aynı yüzyıl içerisinde Oğuz Yabgu Devleti Kıpçak
akınlarına dayanamayarak yıkıldı. Oğuzlardan bir bölük Hazar’ın güneyine
İran cenahına yönelirken bir diğer kısım Hazar’ın kuzeyinden Güney
Rusya steplerine doğru hareket etti. Oğuzlardan bir kısım ise ana
yurtlarında kalmayı tercih ettiler. Görüldüğü gibi Kıpçaklar
yaptıkları saldırılarla Oğuzları yerlerinden oynatarak onların Batı
yönünde ilerlemesine neden oldular. Kıpçakların bu hareketinin
aynısını 1,5-2 asır sonra Moğollar da tatbik edecek, böylece Oğuz
boylarının Anadolu ve Avrupa’da yurt tutmasında önemli bir rol
oynayacaklardır. Aslında Kıpçaklar ve Moğollar ileride Oğuzların
kuracağı Selçuklu, Beylikler, Osmanlı, Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi
birçok devletin kurulmasına istemeden de olsa önayak oldular. Bu aynı
zamanda Türk kavimlerinin Batı yönünde yaptıkları son genişleme
dalgası idi.
Uzların
(Oğuzlar) Kıpçak baskısı nedeniyle Rus arazisine giren grupları çeşitli
Rus knezliklerinin hizmetine girdiler. Özellikle Kiev Knezliği sınır
muhafazası için Uzların askeri gücünden faydalanma yoluna gitmiştir.
Sadece Uzlar değil Karakalpak, Berendi, Kovuy gibi diğer Türk grupları
da Rus knezlerinin emrine girerek hem sınır muhafazası hem de Rusların
Kıpçaklarla yaptıkları savaşlarda yardımcı kuvvetler olarak görev
alıyorlardı. Uzların hatırası olarak, Ukrayna’nın bugünkü Torçesk
şehri adını buraya yerleştirilen Uzlardan almıştır. Bilindiği gibi
Ruslar Uzlara Tork adını veriyorlardı. Kıpçakların hasımları olan Uzları
himaye eden Rus knezlikleri doğal olarak saldırıların ve akınların
ana hedefi haline geldiler. Özellikle Kiyev ve çevresinde Kıpçaklar
Rus-Tork birleşik ordularını birkaç kez mağlup ettiler. Kıpçakların
önünden kaçan bazı Tork grupları Balkanlar’a indiler. (11. Yüzyıl).
Burada da Kıpçakların takibatına uğradılar. Uzları sadece Kıpçak
saldırıları değil büyük oranda bulaşıcı hastalıklar ve açlık gibi
birtakım sebepler de yıpratmış ve sonuçta büyük kırıma uğramışlardır.
Kurtulanlar ise çareyi Bizans’a sığınmakta buldular. Kıpçakların
önünden kaçanlar sadece Uzlar değildi. Peçenekler de Kıpçak baskısı
nedeniyle Balkan yarımadasına gelmişlerdi. Askeri güçleri Uzlara
nispeten daha kuvvetliydi ve yaptıkları akınlarla Bizans’ı
bunaltıyorlardı. İstanbul’u kuşatmak ve Bizans’a son vermek için İzmir
Beyi Çaka ile anlaştılar. Fakat Bizans’ın Türk’ü Türk’e kırdırma
politikası bir kez daha devreye girdi. Daha önceki yüzyıllarda Türk
boylarından Utrigurlar ile Kutrigurları birbirleriyle savaştırıp yok
ettiren Bizans bu defa Peçeneklere karşı Kıpçaklarla anlaştı. 1091’de Levunion’da
(Yusuf Gedikli’ye göre Edirne sınırları içerisindeki Hisarlıdağ’da )
Kıpçaklar Peçenek’e çok ağır bir darbe indirdiler. Peçenekler son
ferdine kadar neredeyse kılıçtan geçirildi. Kıpçaklar, Uzların
ardından, daha önce Oğuz boylar birliğine bağlı olan Peçenekleri de
yaptıkları akınlarla güçten düşürdüler. Macar tarihçi Rasonyi’nin
“Eğer bu iki kavim (Kıpçaklar ve Peçenekler) birleşmiş olsalardı
Avrupa’nın yarısını işgal edebilirlerdi” yorumuna katılmamak mümkün
değil. Gerçekten de o dönemde Bizans ve Macar Krallığı gibi büyük
güçleri yaptıkları akınlarla bir hayli yıpratmışlardı. Öyle ki
Macarlar sınır bölgelerine Alman şövalyelerini yerleştirme ihtiyacı
duydular.
Kıpçak-Oğuz
mücadelelerinin gerçekleştiği bir diğer alan da Gürcistan ve Doğu
Anadolu idi. 12. yüzyılda Rus Knezlerinin baskısından bunalan
Kıpçaklar Don-Kuban civarında toplanmışlardı. Aynı dönemde Gürcü
Krallığı da Selçuklularla savaşıyordu. Kıpçakların askeri gücünden
faydalanmak isteyen Kral II. David onları ülkesine çağırdı ve ülkenin
çeşitli yerlerine yerleştirdi. (1118). Bu arada Kıpçaklar pagan
inançlarından vazgeçerek yavaş yavaş Ortodoks Hıristiyanlığa
geçiyorlardı. Kral II. David yeni gelen kuvvetlerle yerel kuvvetleri
birleştirerek düşmanlarına karşı savaş açtı. Kıpçak-Gürcü birleşik
orduları Selçukluları Gürcistan ve Doğu Anadolu’dan söküp attılar.
1123 Did-Gorni savaşında Türkmenler ağır bir mağlubiyete uğratıldı.
Uzun yıllar İslam hâkimiyetinde bulunan Tiflis şehri tekrar Gürcülerin
hâkimiyetine geçti. 13. yüzyılın başlarında Gürcü-Kıpçak orduları Ahlat
ve Erciş’e kadar ulaştılar. Böylelikle Gürcü Krallığı Kıpçakların
yardımlarıyla hem Selçuklu tehlikesini bertaraf etti hem de bölgede
önemli bir güç haline gelmiş oldu. Bu bölgede daha sonra 1267’de
İlhanlıların da desteğiyle Kıpçak Atabekleri Beyliği kuruldu. Atabekler,
Oğuzların Bayındır boyunun kurduğu Akkoyunlularla birçok kez
savaşlar yaptılar. Şu kesin olarak söylenebilir ki Gürcistan ve Doğu
Anadolu yöresi, Kıpçaklar ve Oğuzların hâkimiyet mücadelesine
giriştiği en belirgin bölgelerden birisidir.
Kırım’ın
önemli ticaret şehirlerinden biri olan Suğdak’ta Kıpçakların bazı
grupları ticaret ile meşgul oluyorlardı. Trabzon Rum İmparatorluğu’nun
Suğdak Limanı’nda yerleşme faaliyetleri nedeniyle Türkiye Selçuklu
hükümdarı I. Alaeddin Keykubat, Kastamonu-Sinop yöresinin hakimi
Hüsameddin Çoban’ı donanma ile Suğdak üzerine sefere yolladı (1228).
Kıpçaklar ve Ruslar şehri Selçuklu kuvvetlerine karşı beraber
savundular. Fakat Selçuklu kuvvetleri üstün gelerek Suğdak’ı ele
geçirdiler. Kıpçakların bu dönemde eski güçlerini kaybettikleri
görülüyor. Şüphesiz bunda hem Rus Knezlikleri ile yaptıkları
savaşlarda kaybettikleri yetenekli liderlerinin olmayışı hem de 1223’de
Kalka’da Moğollara karşı aldıkları ağır mağlubiyetin etkisi büyüktü.
Moğolların
1239-40’lı yıllarda Kıpçaklar üzerine saldırdıktan sonra Kıpçak
boylarından bazıları Hanları Köten idaresinde Macaristan’a sığındılar.
Bundan sonra Kıpçakların siyasi faaliyetlerinin azaldığı görülüyor.
Zaten varolan Kıpçak boy birliği yavaş yavaş ortadan kalkmaya
başlamıştı. Kıpçaklar Altınorda, Memluklar, Delhi Türk Sultanlığı,
İkinci Bulgar Krallığı, Romen Voyvodalıklarında (Eflak ve Boğdan )
görevler aldılar. Bu devletlerde hem hükümdar hem de asker olarak
vazifelerini yerlerine getirdiler. Kıpçakların aksine Oğuzlar boy
yapılarını korumakta daha başarılı oldular. Buna ilaveten Ortaçağ’da
çok büyük ve önemli devletler kurdular. (Osmanlılar, Akkoyunlular,
Safeviler gibi). Oğuzlar teşkilatçılık ve devlet kurma yönünden
Kıpçaklara göre daha ilerideydiler. Kıpçaklar ise çok geniş bir alanda
(Altaylardan Karpatlara), dağınık olarak kendi boy beylerinin
idaresinde, sadece sürülerini otlatıp geçinmek, paralı askerlik yapmak
gibi işlerle meşgul oldular. Son enerjilerini de Rus Knezlikleri,
Selçuklular ve Moğollarla yaptıkları savaşlarda tükettiler. Eğer devlet
kurabilmiş olsalardı Cengiz Han’ın ordularının yaptığının aynısını,
hatta daha fazlasını yapabilirlerdi.
Netice
olarak bu iki halk her ne kadar birbirleriyle savaşmışlarsa da Türklüğün
oluşumunda temel yapı taşı vazifesi görmüşlerdir.
Türk
halklarının etnogenezinde ve konuştukları dillerde Kıpçak ve Oğuzların
çok büyük etkisi vardır. Bugünkü çağdaş Türk halklarından Kazaklar,
Kırgızlar, Özbekler, Karakalpaklar, Altay Türkleri, Tataristan
Tatarları, Başkurtlar, Nogaylar, Kırım Tatarları, Karaylar,
Kırımçaklar, Kumuklar, Karaçay-Balkarlar Kıpçak Türkçesi ile
konuşurlarken, Türkiye Türkleri, Türkmenistan Türkleri, İran Türkleri,
Azeriler, Irak ve Suriye Türkmenleri, Balkan Türklerinin bazı
grupları ve Gagauzlar Oğuz Türkçesi’yle konuşurlar. Türk halklarında
ki Kıpçak-Oğuz etkisini sadece dilsel yönden değil, antropolojik,
etnolojik, sosyal ve kültürel yönlerden de görebilmek mümkündür.
BİBLİYOGRAFYA
Barthold, V.
V. , Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, (hzl. Kazım Yaşar
Kopraman-İsmail Aka), Ankara, 1975
Gömeç,
Saadettin, Oğuz Kağan’ın Kimliği, Oğuzlar ve Oğuz Kağan Destanları
Üzerine Bir İki Söz, Tarih Araştırmaları Dergisi, sayı 35, cilt 22,
Ankara, 2004
Gumilev,
L.N. , Avrasyadan Makaleler – I, (çev. Ahsen Batur), İstanbul, 2005
Kazakistan
ve Kazaklar, (çev. Abdulvahap Kara), İstanbul, 2007
Kırzıoğlu,
M.F., Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, Ankara, 1992
Kurat, A.N. ,
IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve
Devletleri, Ankara, 1975
Klyashtorny
S.G.- Sultanov, T.İ. , Kazakistan Türkün Üç Bin Yılı, (çev. Ahsen
Batur), İstanbul, 2003
Rasonyi,
Laszlo, Doğu Avrupa’da Türklük, (çev, Yusuf Gedikli), İstanbul, 2006
Togan, Zeki
Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1987
Bugünkü "Yakut" kelimesi Everik (Mançu-Tunguz
kavmi) dilinden gelmektedir. Evenkiler, Saha Türklerine "Eko"
derlerdi, RuslarSaha Türklerine ait ilk bilgileri onlardan almışlar ve
"e" sesini "ya" sesine çevirip, "ut" son ekini
ekleyip, Saha 'TürklerineYakut diye ad vermişlerdi. Ancak bu ad hiçbir zaman
Saha Türkçesine yerleşmemiştir.
Daha 1924yılında Saha bilim adamı Ksenofontov Cumhuriyetimizin
Anayasa komisyonuna Yakut ve YaktUya kelimelerinin yerine "Saha" ve
Sahastan" kelimelerinin kullanılmasını teklif etmiş ve Yakut kelimesinin
Türkçe olmadığını da kaydetmişti.
Maalesef bu iş o zamanlar bitirilmemişti.1928 senesinde
Komünist Partisi Merkez Komitesi aldığı bir kararla Cumhuriyetimizde ağır bir
baskıya başlamıştı. Halbuki bu zamanda birçok halk kendi tarihi adlarını
almışlardı,
1930 larda Sovyetler Birliğinin yenianayasasıhazırlandığı
zaman Saha Türkleri için yeni birümit doğmuştu. 1936yılında Saha Türklerinin tarihi
adlarını almaları için devlet komisyonu çalışmalara başlamıştı. Maalesef bu
teşebbüse de kanlı bir şekilde son verildi. Bundan
sonra da kimse böyle bir konuyu açmaya cesaretedemedi.
Bütün eski Sovyetler Birliğinde ."Glostnost" ve
"Prestroyka" politikaları ile esen bağımsızlık rüzgarları Saha.
Sire'ye kadar ulaştı. 27 Ey1ül1990 da Saha Özerk Cumhuriyeti devlet
egemenliğini ilan etti.
Cumhuriyetimizin adı "Yakut-Saha Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti" olmuştu. Ama bu da bugünkü realiteye ters düşmektedir. 20
aralık 1991 ülkemizde cumhurbaşkanı seçimi gerçekleşti. Bu yeni cumhuriyetimizin
ilk cumhurbaşkanının birinci kararı cumhuriyetimize kendi tarihi adını koymak
oldu. 27 Aralık 1991 den itibaren cumhuriyetimizin adı "Saha
Cumhuriyeti" oldu ve "Yakutya" kelimesi ise yalriız parentez
içinde verilmektedir. Böylece tarihi hakikatlar yerini bulmaktadır.
'3- Saha Türklerinin Menşei Problemi
Saha Türklerinın etnik oluşumuna çeşitli kavimlerin dahil
olduğu yolunda görüşler mevcuttur. Bunlar arasında Hint-İran dilli haklar da ,
sayılmıştır. Fakat Saha Türklerinin asıl etnik temelini iki büyük Türk grubu
oluşturmuştur:
ı. grubu eski Tölösaşiretleri ve bunların içinde de
özellikle uygurların yeri büyüktür, ki Saha Türklerinin ataları olan Kurıkanlar
bir Tölös boyudur.
2.grubu iseKıpçak boyları oluşturmaktadır. '
Saha Türklerirrin.antropolojik tipi 'iki kisma ayrılmaktadır
l-'Moğol aşiretlerinin, etkisine maruz kalmış çok kuvvetli
Orta Asya tipi,
2-Eski Avrupa fonetik fonlu Güney Sibirya antropolojik tipi.
Umumi olarak, Saha Türklerinin etnik oluşumu Orta Lena
havzasında 17. asırdan önce biçimlenmiştir.
Halbuki, bugüne kada.r Saha Türklerinin eski tarihi ve etnik
kökenini tam olarak bilmiyoruz. Bu konu hakkında. birtakım hipotezler vardır.
Sahalar güney Türkleridir; kuzeye Altay-Sayan, Orta Asya Baykal yanından gelip Orta
Lena havzasında Saha halkını meydana getirmişlerdir;
Bundan başka Kostantinov, Zekov ve Gogolevgibi Saha bilim adamlarının
ana fikrine göre, Saha Türklerinin etIiik menşeinde beş dönem vardır:
ı. Dönem: Eski Türk
'dönemi (Kurıkanlardan önce).
Bu dönem İskit (veya İskit-Saka) ve Hunlar devirlerinden
ibarettir.
M.Ö. 7. y. yıldan m.s. 4. y.-yıla kadar Bu demirçağı
zarfında Güney Sibirya ve Orta Asya'da son devletler kurulur, gelişir ve
yayılır. Tarihe en önemli izleri bırakmış devletlerinin arasında Kök Türk
Kaganlığı (m.s. 6-8. y.y.), Eski Uygur Kaganlığı (m.s, 8-9.y.y.), Kimekler
(m,s. 9-11. y.y.), Eski Hakaslar (m.s. 6-13.
y.y.) ve Eski Moğol İmparatorluğu (13-14. y.y.) vardır.
İlk demir çağı başında Wu-sun, Yüeçi, Tingling .cTölös) ve
Hunlar aşiret birliklerini
kurmuşlardır. Bunlardan hangileri Saha Türklerinin etnik
oluşumuna katılmışlardı .
Muhtemeldir ki, Yüeçilerin bir kısmı Sahaların eski
atalarının meydana gelişinde etkili olmuşlardır. Yüeçiler Pazırık. ve' Uyuk arkeolojik
medeniyetinin taşıyıciları idi Dillerinde Türkçe kelimelerin olduğu bilinmektedir.
Saha Türkleri. ve Yüeçiler arasında ,bilhassa ölü
gömme törenlerinde, mesleenve sanat unsurlarında sıkı bir
paralellik kurulabilir. M.Ö..2. y.y. da Hunlar tarafından yok edildikten sonra Yüeçilerin
bir kısmı Baykal yakınlarına çekilip, Saha Türklerinin etnik oluşumuna katdmış
olabilirler.
M.Ö. 2. y. Yılda Hunlar Tingling ve Kırkızları fethedip,
Kırkızları Baykal yakınındaki Tingling'topraklarına göç ettirmişlerdi. Kırkızlar
bugünkü Hakasların ataları ve eski Türk göçebeleri idiler. Tinglingler etnik
kökeni bilinmeyen ve gök gözlu Avrupaid bir halktır ve Yenisey ile .Minusinsk
bozkırlanııda. yerleşik idiler.
Bu.iki halk karışımının neticesinde Taştık arkeolojik medeniyetinin
taşıyıcıları ortaya çıkmıştır. Bunların Saha Türklerinin etnik oluşumuna
katılması çok mümkündür..Saha maddi kültürünün unsurları bunu tasdik ederler. .
Şunu belirtmek lazımdır ki,eskı Türkler etnik bakımdan homojen
değildiler; Bunların arasında Altay Türkleri, Yenisey Kırkızları, Uygur,
Kıpçak, Kurıkan, Kanglı-Peçenekler vesaireler de vardır.
Bugünkü bilim insanlarının bir kısmı Saha Türklerinin
atalarının Tölös aşiretleri olduğunu söylemektedirler. Tölös aşiretlerinin
temelini Uygurlar teşkil etmekteydi.'ler.. 630 sen.esinde. Tölös Kaganlığı
(veya Tokuz Oguz) kurulmuş ve 682 yılında II. Türk Kaganlığı tarafından
yok edilmişti. Fakat 745 senesinden 840 yılına kadar tekrar
Uygurlar iktidara geçmişlerdir. Meselenin asıl dikkati çeken tarafı şu ki; Saha
Türkçesinde Uygur terimi yoktur.
Saha Türkçesinde kagalas veya kanglı terimi vardır; Bundan
başka Saha Türkleri ile Kıpçaklar arasında çok yakın maddi ve etnografik benzerlikler
mevcuttur. Bu aradaki etnik ilişkilerin Hakaslardan (veya Yenisey KırkızIan)
geçtiği sanılmaktadır.
2. Dönem: Kurıkan
Dönemi. Bu devir 6 ve 10.yüzyıllararasıdır.
Saha bilim adamlarının büyük bir kısmı Saha Türklerinin kökenini
Baykal yanındaki Kurıkanlara bağlamaktadırlar. Kurıkanların biçimlenmesine yerli
Tunguz aşiretleri, karo mezar kültürünün veTaştık medeniyetinin taşıyıcılannın torunları
(veya Yenisey Kırkızla.rı)
etkide bulunmuşlardır: Bundan başka Tölös aşiretleri ve
Hunların bir kısmı da bu teşekküle katılmışlardır. Kurıkanlar Orkun runik
yazısını biliyorlardı; Çin kaynaklarına göre Kurıkanlar 5000 suvari çıkarabilen
oldukça büyük ve bağımsız bir halktı. Kurıkanların adı üç kelimeden
ibarettir: Uç-kun-kan. Bunların üç aşiret birliğini jrade
etmesi muhtemeldir.,Türkler-karo meza rkültürü taşıyıcıları-Moğollar ve Evenkiler.
Ama bu sadece bir hipotezdir.
840 senesinde Yenisey Kırkızları, Uygur kaganlığını yok
etmişlerdir. Kızlasov'a göre o zaman, Baykal kıyılarına aristokrat Kırkız
soyunun başında Hakasların bir kısmı da gelmişti.
3..Dönem: Moğöl
dönemi. Budönem 10.y.y. dan 1.yüzyıla kadar.dır. Moğol aşiretleri Baykal
kıyılarına gelip, eski Sahalarla çeşitli temaslarda bulunmuşlardı. Bunun neticesi
olarak, Saha Türklerinin gelecekteki etnik, dil ve antropolojik özellikleri
biçimlenmiştir.
4. Dönem: Eski Saha
Dönemi. Bu dönem 12. y.yıldan 16. y.yıla kadar sürer. Bu göç zamanıdır.
Moğol başbuğu. Çingiz Han Altay-Sayan ve Baykal çevresindeki bir çok halkı
fethetmişti. Sahalar kuzeye, Orta Lena havzasına çekilmişlerdi. Saha bilim
adamı Gogolev'e göre bu dönemin adı Kırkız ötöh veya kulun-atah arkeolojik
devresıdir.
5. Dönem: Geç Saha
Dönemi. Bu dönettı 15. y. yıldan 16. y.yıla kadardır. Bu devre tamamen Saha
yerindeki Otta Lena havzasında cereyan etmiştir. Baykal kıyılarındaki eski
Sahaların büyük çoğunluğu bu yeni vatana gelip, 17 y.yıldan önce Saha
Türklerini oluşturmuştu.
Son olarak, bazı tarihi eserlerde Saha Türkleri
Uranhay-Sahalar diye adlandırılırlar. Bu adı Viluy Nehrinde yurt tutmuş ve
Tunguzlar ile karışmış Saha Türkleri taşımaktadırlar. Mançurya'da Uranhayadlı bir
Tunguz aşireti var idi. Moğollar ise bütün kuzeydeki orman halkla.rına uranhay
diye umumi bir' ad vermişlerdi
Dokuz Oğuz, (Eski Türkçe: , Toquz Oγuz[1],
Çince:
鐵勒九姓 / 铁勒九姓, tielè jiǔxìng), Tielenin
dokuz boyu.
Çin kaynaklarında, (九姓; Jiuxing) "dokuz boy, halk", Çin'deki Tabgaç
hanedanı sırasında UygurlarGao Chu adıyla anılmışlardır[2].
Bununla beraber Uygur Kağanlığı kurulduktan sonra Uygur
kelimesi Dokuz Oğuz için de kullanılmaya başlandı. İslam
coğrafyacıları, Tokuz-Oğuz Uygurları eş tutmuşlardır[3].
TİELE
Tingling (Çince: 丁零; Pinyin: Dīnglíng, Wade-Giles:
Ting-ling, Kaoçe (高車 basit: 高车; Gāochē), Chile (敕勒;
Chìlè), Tiele (鐵勒 basit: 铁勒; Tiělè/T'ieh-le),
tarihi Türk topluluklarındandır. Tinlingler aslen, güney Sibirya'da Lena
Nehri boyunca, Baykal Gölü'nün batısında yaşarlardı.[1]
Millat'tan önce üçüncü yüzyılda, onlar batıya doğru yayılmaya
başladılar. Onlar Hiung-nu imparatorluğunun bir parçası oldular.[2][3]
KÖKENLERİ
Tingling kökeni ve nereden geldikleri hakkında fazla bir bilgi
olmasada, o çağlarının gereği avlanmak, balık tutmak ve besin toplamakla
yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
İkinci yüzyılda, Mete (冒頓; Ma-To) tarafından diğer 26 boylarla birlikte
boyun eğdirilmiş, ayrıca onların aralarında Yüeçi (Çince:
月氏 veya seyrek 月支; Pinyin: Yuèzhī) ve Vusun (Çince:
烏孫 / 乌孙, Wūsūn) boyları da bulunurdu.[1]
Tingling'ler ile ilgili en eski kayıtlara M.Ö. 1 yüzyılda
rastlanmaktadır.[kaynak belirtilmeli]
Türk boyları, Çince kao-ch'e denilen, dört tekerlekli kağnıları ile,
sürülerini otlattıkları yaylalar ve surlar içindeki kışlıklar arasında
göç etmişlerdir. Kubbeli veya kümbetli otağlar kışın surlar içine
kurulmuştur. Surlar içine, ayrıca otağa benzer, ağaçtan köşklerde
yapılmıştır. Yaz geldiğinde kerekü denilen ve katlanabilen otağ, kağnıya
yüklenmiş halde veya kurulmuş durumda yaylalara göç edilmiştir. Bu
göçlerde kağnı ile taşınabilen otağlar yanında; çok renkli keçeden,
kilimden veya işlemeli kumaşlardan yapılmış örtüler; göçebe hayata uygun
kaftanlar, çakşırlar, çizmeler, börkler, kemerler, süs eşyaları, at
koşumları kağnılı boyların beraberinde bulunan önemli eşyaları arasında
yer almıştır.
Çin kaynaklarında, Tinglin'ler ile ilgili sıklıkla bahsedilen temel
karakteristik özellikleri, arabaları üzerindeki çadırlarda yaşadıkları
göçebe hayat tarzları ile ilgilidir. Bu arabalarından dolayı Kaoçe
(Çincede Yüksek araba anlamına gelir) olarak da anılmıştır.
Tingling'ler, Türk kavimlerinin kurdukları devletlere katılmaktave
devlet ortadan kalktığında bağımsız hareket edebilmekteydiler. Hiung-nu
ve Göktürk politik hayatında
oldukça etkili bir topluluktu.
Hiungnunun ilk parçalanma dönemine girdiği M.Ö. 65 yıllarında Çin
kaynaklarında Tinglinglerden bahsedilmeye başlandı. Hiungnuların M.S. 50
yıllarında yaşadığı ikinci kırılma sürecinde Tinglingler de bağımsız
dönem yaşamaya başladı.
Türkmenler
tarafından fethedilişinin arifesinde Anadolu, nüfusunun çoğunu kaybetmiş
ve harabeye dönmüş bir coğrafya durumunda idi. XI. yüzyıl öncesi
Bizans-İslam mücadeleleri Anadolu'nun tahrip olmasına sebep olmuş ve
üstelik buna Bizans'ın kötü yönetimi eklenince ülke nüfusu oldukça
azalmıştı. Bölgedeki istikrarsızlıktan bitkin düşen halk Balkanlara ve
adalara göçmüştü. Nitekim XI. yüzyılda Türklerin nüfusu azalmış bir
coğrafyaya geldikleri gerçek ise de, Anadolu'nun tamamen boş ve sahipsiz
olduğunu söylenemez. XI. Yüzyılda Bizans'ın siyasi etkisi altında
bulunan Anadolu topraklarında Rum, Ermeni, Süryani ve Kelt gibi yerli
halklar yaşamakta idi. Üstelik XI. yüzyılda Bizans'ın Türk akıncılarını
önlemek amacıyla uyguladığı iskân politikası neticesinde Anadolu'nun
nüfusunda artışlar gerçekleşmiştir. Bilindiği gibi Bizans Devleti'nin
Kuzey Suriye ve Ermeni prensliklerini hâkimiyet altına almasını müteakip
XI. yüzyıl başlarından itibaren Süryani (Suriyeli) Hıristiyanları
Anadolu'da Tarsus, Edessa (Urfa) ve Anazarba bölgelerine, Ermenileri ise
KHikya, Kapadokya ve Sivas havalisine yerleştirdiler. Diğer
taraftan, Bizans Devleti bunlara ilave olarak, VIII. yüzyıldan itibaren
Balkanlara inmeye başlayan Bulgar, Peçenek, Kuman ve Uzlardan oluşan
Türk kütlelerini Anadolu'ya geçirerek, Karaman ve Kayseri bölgelerine
yerleştirmişti. Fakat bu askeri nitelikli iskânlar, Anadolu nüfusu
üzerinde büyük bir tesir oluşturacak boyutta değildir. Fakat
Bizans'ın uyguladığı her iki nüfus transferleri Türkmenlerin işine
yaramıştır. Bizans Devleti'ni doğudaki Ardzuni ve Vaspurakan
Ermenilerin'! Orta Anadolu'ya nakletmesi, Türkmenlerin doğudaki sınırdan
Anadolu'ya girmelerine ve boşaltılan bölgelere yerleşmesine olumlu
katkı yapmıştır. Azerbaycan topraklarından hareket eden Türkmenler,
Bizans Devleti'nin boşalttığı Doğu Anadolu topraklarını kolayca
fethederek oralara yerleşmiştir. Diğer taraftan gayri Müslim olan
Türk unsurları daha sonra Anadolu topraklarına gelen soydaşlarıyla,
Türkmenlerle birleşip, sorun yaratmadan kaynaşarak İslamlaştılar.
Anlaşılan Malazgirt savaşı esnasından Bizans ordusunda yer alan Türk
kütleleri karşı tarafın kendi akranları olduğunu öğrenince oraya
geçmişlerdi.
Bunların dışında Anadolu'da siyasi bir güç olan
Bizans birlikleri, Türk akınlarını durdurmak maksadıyla kale ve surlarla
korunan şehirlerde mevcuttu. Bunlardan surlardan mahrum veya zayıf
surlarla çevrili şehirler, direnmede acizdi. Ortaya çıkan bu müsait
durumdan faydalanmak isteyen Selçuklu sultanları Anadolu'yu yurt tutmak
maksadıyla fetih hareketlerine hız verdi.
Bilge Kağanın ölümünden sonar ülkede tekrar kargaşa başladı. Bunların
başında Aşina ailesinin kendi içindeki durmak bilmeyen taht kavgası ve
bu durumdan faydalanarak kendi bağımsızlıklarını tekrar sağlamaya
çalışan budunların ayaklanması göze çarpmaktadır. Bu gelişen olumsuz
durumdan kazançlı çıkan Uygurlar olmuştur. Bunlar 744 yılında Aşina
sülalesinden olanlara son vererek, yaklaşık 100 yıllık bir süre için
ötüken'in yeni sahipleri durumuna yükselir. 744 yılında Gök Türk
devleti Uygurlar tarafından ortadan kaldırılması ile Dokuz Oğuzlar bu
sefer Uygurlar'a itaat etmek zorunda kalarak Uygur federasyonunu meydana
getiren Türk budunlarına katılmıştır. Fakat Oğuzlar, II Göktürk
devletine karşı almış oldukları tutumları aynen Uygurlara da
uygulamışlardır. Ama Uygurlar, Dokuz Oğuzlar'ı ne zaman idareleri altına
aldılar, kesin bir şey söylemek mümkün olmuyor. Uygurların kurucusu
olan Kol Bilge Kağan'ın Gök Türk hâkimiyetini ortadan kaldırma çabası
esnasında, Dokuz Oğuzlar ve diğer Oğuz kabilelerinin genel durumundan
bahsedecek kaynaklarda bulunamamıştır. 747 senesinde Kol Bilge
Kağan'ın ölümü zerine, yerine Türk tarihinin en güçlü simalarından biri
olan büyük devlet adamı, Moyun-Çor geçti. İşte bu kağanın adına dikilen
kimi kısmı iyi korunamayan Şine-Usu kitabelerinden Oğuzlar'ın (Sekiz
Oğuzlar) durumu hakkında az da olsa bilgi edinmek mümkün olabilmektedir.
Sine Usu yazıtlarında Moyunçur'un onlarla savaştığı anlatılmaktadır:
"Tuttum bir orada ormanlığa yetiştim. Gece ışık batarken harp ettim.
Orada mızrakladım. Gündüz [dağılmışlar], gece derlenmişlerdi. Ormanlıkta
Sekiz Oğuz, Dokuz Tatarlar kalmadı, ikinci gününde gün doğarken harp
ettim". Burada ilginç olan Oğuzlar'ın dokuz değil sekiz boy halinde
zikredilmesidir. Nitekim Moyunçur Oğuzlar'la yaptığı ikinci savaşında da
onlardan Sekiz Oğuz olarak söz etmektedir. Bu olaylarda Oğuzlar'ın bir
boy haricinde Uygurlar'a karşı ayaklandıkları görülmektedir. Bir diğer
açıklama ise, ilk iki savaşta Oğuzların sekiz boy olarak zikredilmeleri,
bir boyun daha önce Gök Türklerle birlikte Çin'e gitmesinden ileri
gelmektedir. Üçüncü savaş arifesinde bunlar geri dönerek tekrar Oğuzlar
arasına katılmışlardı. Nitekim bir sonraki olaylarda Oğuzlar'dan yine
Dokuz Oğuz olarak söz edilecektir. Oğuzlar'ın Uygurlar'a karşı
savaşlarda yanlarına çeşitli boyları da aldıkları bilinmektedir.
Başından beri sanki kader birliği yapmışçasına Oğuzlarla Dokuz
Tatarlar'ı ittifak halinde görmekteyiz. Yine bu savaşlarda Kırgızlar ve
Çikler de Oğuzlar'ın yanında yer alarak Uygurlar'a karşı çetin savaşlar
vermişlerdir. Ancak bu savaşların hepsi Uygurlar lehinde sonuçlanmıştı.
Uygurlar bu savaşlarda düşmanlarına karşı daima bağışlayıcı olmuştur. Böylece
Uygur kağanı Moyunçur'un Türkçe kitabesinde, devletin dayandığı başlıca
unsur olarak "On Uygur ve Dokuz Oğuz budunu" zikrediliyor. Yine
Şine-Usu kitabelerinden anlaşılıyor ki, Uygurlar hâkimiyeti sırasında
Oğuzların bir kısmı Gök Türkler ile Çin'e gitmişler ve Moyunçur'un
Basmıllar ve Karluklar ile savaşları esnasında tekrar Türk iline
dönmüşlerdir. Demek ki Uygurlar zamanında da bir dizi göç döneminin
başlatıldığı görünmektedir. Uygurların hâkimiyetine alınmış olan
Orhun Oğuzları hakkında kaynaklarda bunun dışında daha fazla bilgi
yoktur. Uygurlar, XI. yüzyıl ortalarında Orhun-Selenga vadisinden iç
anlaşmazlıklar ve ayrıca 840 yılında Kırgızların saldırmaları nedeniyle
Orhun bölgesinden ayrılıp, batıya yani şimdiki Orta Asya bölgesine göç
etmişlerdir. Uyguların bir bölümü Beşbalık, Turfan, Barköl ve Hami Kenti
bölgelerine göç etmek zorunda kalırken, Uygur federasyonuna dâhil olan
Oğuzlar ise daha da batıya, İç Asya bölgelerine kaymak zorunda kaldılar.
Bundan sonra anayurt bölgesindeki Oğuz topluluğu topluluğu hakkında
fazla bilgi yoktur. Herhalde batı yönünde geniş ölçüde batı hareketi
söz konusudur.
682 yılından itibaren 50 yıllık esaret döneminin ardından Çin
kaynaklarının "Ku-to-lu" adını verdikleri Kutluk (Aşina soyuna mensup
bir prens) tarafından Çinlilere karşı başarılı bir bağımsızlık savaşı
başlatıldı. Kutluğu destekleyenlerin sayısı kısa sürede 5000 yükseldi ve
kendisi de kağan olarak ilan edildi. Bu durumdan ilk etkilenen Oğuzlar
oldu. Kutluk kağan ilk etapta savaşmak için lazım olan at sürülerini
Dokuz Oğuz boylarından yağmalayarak elde etti. Bu hareket kısa surede
yayıldı. Dağılan Göktürk boylan Kutlug'un etrafında toparlanmaya
başladı. Kutluğun başlattığı özgürlük hareketi sonucunda, 682'de yeniden
Gök Türk devletinin bağımsızlığını kazandı. Bu sırada Dokuz Oğuz
Kağanı Selenga ırmağı boylarında oturuyordu ve Ötüken bölgesi de onun
idaresinde idi, ötüken bölgesinde Göktürklerin yeniden yükselişi en çok
Dokuz Oğuzları tedirgin etmişti. Dokuz Oğuz Kağanlığı Gök Türklere bağlı
kalmaktan korkuyorlardı. Bu nedenle yaklaşan tehlikenin önünü almak
için ciddi bir savaşa hazırlanmak zorundaydılar. Bu sebeple Gök Türkler
henüz kuvvetlenmeden, Çinliler ve Kıtaylar ile bir ittifak kurmak için,
Baz Kağanın önermesiyle her ikisine de Kum ve Tonra boylarından birer
elçi gönderdiler. Üstelik güneyde en kısa zamanda siyasi bir gücü
oluşturan Kutluk'un ana hedefi doğal olarak Ötüken bölgesini ele
geçirmek oldu. Çünkü Baykal gölünün güney batısında bulunan Ötüken,
yüksekçe dağlar ve Orhun ile Tamir ırmaklarınca çevrili müdafaası kolay
fakat etrafa akınlar yapmaya elverişli bir konumda olup, iklimi yumuşak
ve geniş otlaklara sahip bir yer idi. Bu yüzden burası Asya Hunları ve l
Göktürk Kağanlığı zamanlarında da devletin ağırlık merkezi olmuştur.
Türklerce kutsal sayılan bir bölgedir. Gök Türkler'in fetret devrinde
dağılan Türk kavimlerini ancak "Türk Devletçilik ruhunun yerleşmiş
olduğu" Ötüken etrafında toplamak ve idare etmekle mümkün
olabileceğinden buranın ele geçirilmesi büyük önem kazanmıştır. Oğuzlar'ın
ittifak aramak amacıyla bir haberciden Çin ve Kitay'a elçiler
gönderdiklerini duyan Kutluk Kağan vezir Tonyukuk'a "gönlünce ordu sevk
et" talimatını vermiş, taraflar arasında meydana gelen "inekler Gölü"
savaşında Oğuzlar ağır bir darbe almıştı. Bu olaylar 682 yıllarında
olmalıdır. Yapılan savaşta Oğuz kağanı Baz Kağan öldürüldü ve Oğuzların
büyük bir kısmı Kutluk Kağanın hâkimiyetini kabul ettiler. Göktürkler
karşında verdikleri bu savaşı kaybetmesi Oğuzların Ötüken’deki konumunu
olumsuz etkiledi. Bunun sonucunda bağımsızlıklarını kaybeden Oğuz
boylarından bazıları ana yurdun dışına kadar uzanan yeni göç
hareketlerine kalkıştılar. (Çine) Ötüken’deki diğer Türk unsurlarını
da tek tek hâkimiyeti altına alan Kutluk Kağanın İlteriş unvanını
aldığını görüyoruz (686 ya da 687 başı). Birde yazıtlarda hakanın kendi
ulusuna "Türk ve Oğuz beyleri" diye hitap etmesi, Oğuzların Göktürkler
arasında Türklerden sonra ikinci büyük ve önemli unsur olduklarını
göstermektedir. Ancak 682 ile 691 yılları arasındaki on senelik kısa
dönemde Dokuz Oğuzlar ile Göktürkler arasında yedi savaşın olması dikkat
çekicidir. Anlaşılan, Oğuzlar sık sık Göktürk idaresine karşı baş
kaldırıp, savaşmışlardı. Bunun nedeni Dokuz Oğuzların kendilerinden
değil, hakan tarafından atanan bir idareci tarafından yönetilmesinden
duyulan memnuniyetsizlik olmalıdır. Ancak, 691–715 yılları arasında
Dokuz Oğuzlarla Göktürklerin münasebetine ilişkin kitabelerde yeterli
bilgi arz edilmiyor. Muhtemelen, Oğuzlar beylik statülerini geri
kazanmışlardı. Kitabelerde İlteriş Kağan'ın halefi Kapkan Kağan'ın
iktidarının ilk senelerine ait (692–716) Oğuz'ların herhangi bir
hareketinden bahsedilmiyor. Sadece Tonyukuk kitabesinde ufak, fakat
önemli bir kayıt geçer. Buna göre Çin imparatoru, Türgiş ve Kırgız
kağanları Gök Türklere karşı yapılacak savaş hakkında müzakere ederken
Türgiş kağanı diyor ki: "Türk memleketi kargaşalıktadır. Onlara tabi
olan Oğuzlar isyana kalktılar". Burada dikkati çeken mesele, Oğuzlar'ın
bağımsızlıkları için devamlı fırsat kolladıkları hususudur. Oğuzlar'ın
bu devamlı ayaklanmaları, büyük bir kuvvete sahip olduklarını
gösteriyor. Gök Türk kağanları bu durumu göz önünde tutmak suretiyle her
zaman onlara Oğuz ya da Dokuz Oğuz ismiyle sık sık hitap etmişlerdir.
Dokuz Oğuzlar kuvvetli bir kavim olarak daima Gök Türklerle
karşılaştırılmalardır. Gök Türklere karşı düşmanca duygular besleyen bu
kavim, Gök Türk kağanı tarafından mağlup edilmişse de, Gök Türklere
karşı sık sık isyana devam etmiştir. Bu meseleler daha sonra Kapkan
Kağan'ın yerine geçen Bilge Kağan devrinde dikilen kitabelerde Dokuz
Oğuzlara karşı yaptıkları devamlı savaşlara dair etraflı bilgiler
vermektedir. Kapkan Kağanın 25 senelik (692–716) başarılı askeri ve
siyasi yönetimine rağmen Kağanlığının son yıllarına doğru, yani 714
yılından itibaren devlete bağlı kavimler arka arkaya isyan etmeye
başladılar. Bu hareketlilik her halde Kapkan Kağanın katı tutumundan
dolayı meydana gelmiştir. O kendisine bağlı olan kavimlere çok sert
davrandı ve yaşlanınca da öfkeli ve tutarsız biri oldu. Buna karşılık
tabi kavimler protesto edip, kendisinden uzaklaştılar. Bunlar arasında
Oğuz ve Ediz boylarının da adları geçmektedir. Böylece 715 yılının
başlarında Kapkan Kağan ve yandaşları kendilerini şiddetli bir isyan
denizinin ortasında bulmuşlardı. Ongin kitabelerinde olaylar karşısında
çaresiz kalan kağanın durumu açık bir şekilde anlatılıyor. 715–716
yılları arasında taraflar arasında peş peşe çok sayıda çatışmalar
gerçekleşmişti. İlk çatışma Toğu Balık'ta cereyan eti. Tula nehri
kıyılarından küçük bir şehir olan Toğu Balık çevresinde vuku bulan bu
savaştan bir netice husule gelmemişti. Taraflar pozisyonlarını
koruduklarından çözüme gitmek için Andırgu'da bir kez daha
karşılaştılar. Ancak yine bir sonuç ortaya çıkmayınca Çüş Başı denilen
bir yerde bu zamana kadar yapılanlar arasında en ciddi çarpışma
gerçekleşti. Kıran kırana geçen bir muharebenin sonucunda Oğuzların
ciddi kayıplar verdiği anlaşılmaktadır. Savaş sonucunda Göktürk
birlikleri Oğuz Tonra boyundan Alpagut ve on akrabasını esir olarak ele
geçirmişti. Şubat-Mart 715 yılında yapılan (muhtemelen Mart ayının
ortasında gerçekleşmiştir) ulusal Yug/Yuğ törenlerinde esirler idam
edilmişlerdi. Ancak bu savaş Göktürkler'e öne geçme şansı tanımışsa da
henüz Oğuzlar pes etmemişlerdi. Bunun üzerine taraflar bir kez daha
Ezgenti Kadaz mevkide karşı karşıya geldiler. Ancak, sonuç namına ortada
yine bir netice yoktu, işi inada bindiren Göktürkler hasımlarını
yenmeyi kafalarına iyice yerleştirmişlerdi. 715 yılı sonunda Oğuz
birliklerine yaklaşmaya çalışan Göktürkler, kışı Amgı sığmaklarında
geçirdiler. 716 yılı başlarında buradayken muhtemelen kışın aşırı soğuk
geçmesinden dolayı hayvanları ölmeye başladı. "Yut" veya hayvan ölümü
adı verilen bu olay korkulacak düzeyde olmadığından Göktürkleri pek
etkilemişe benzememektedir. Bahar mevsiminde Köl-tigin tekrar Oğuzlar'a
karşı sefere geçti. Ancak, Oğuzlar da tetikteydiler. Ordunun harekete
geçtiğini öğren Oğuzlar, muhtemelen farklı bir taktik geliştirip aniden
Köl-tigin'in bulunduğu karargâha saldırdılar. Köl-tigin bu saldırı
karşısında inanılmaz bir cesaret sergilemişti. Sonuçta Oğuzlar bazı
kayıplar verdirerek geri çekildiler. Sinirleri iyice gerilen Göktürkler,
Oğuz yurtlarına saldırarak bazı obaları yağmaladılar. Bunun üzerine
Oğuzlar eskiden beri beraber oldukları Dung-hu/Tun Oğuz boylarından
Tokuz Tatarlar'la ittifak oluşturup Göktürk yağmalarının önüne geçmeye
çalıştılar. Ağu yakınlarına Oğuz-Tatar birlikleriyle Göktürkler arasında
arka arkaya iki savaş gerçekleşti. Ancak her iki savaşta Göktürkler
lehinde sonuçlandı. Bu yine Oğuzlar'ın tabi olduğu anlamına gelmiyordu.
Nitekim kaybedenler meydanı bırakarak kaçmak zorunda kalmışlardı. Göktürklere
karşı bağımsızlıkları uğuruna verdikleri savaşları kazanamayınca artık
bazı Oğuz boyaları ana yurdun dışına, Çine göç hareketinde bulundular.
Fakat bu bir sığınma şekli idi. 717 yılında gerçekleşen bu olay üzerine
Göktürkler Oğuzlar'ın bu ihanetine sinirlenip onlara karşı sefere
çıkarak, çocuk ve kadınlarını esir olarak ele geçirmişlerdi. Muhtemelen
bu olay üzerine Oğuzlar tekrar hâkimiyet altına alınmıştır. Bu
sıralarda devletin bütünlüğünü sağlamayı amaçlayarak Kapkan Kağan
Bayırku kabilesine karşı sefer düzenleyerek Tola kıyılarında onları
mağlup ediyor. Fakat kağan Ötüken'e dönerken yolda ansızın ormanda
saklanan Bayırkular tarafından yakalanarak öldürülüyor. Bu olay
üzerine Gök Türk devletinin başına Kapgan Kağan daha hayatta iken
törelere uygunsuz olsa da halefi olarak tayin ettiği oğlu Küçük han
geliyor. Fakat hakkını arayan Köl-tigin kısa bir süre sonra askeri bir
darbe ile kağanlığı abisi olan Bilge Kağana geçmesini sağlar. Bilge
Kağan döneminde onun sergilediği barış eksenli, akıllıca politikası
önceki kağanın katı tavrın unutturmuş, bu şekilde Çin'e kaçan Türk
kavimlerini geri çekmeyi başarmış. Bu da Çin tarihi kaynaklarında,
Türklerin tekrar eski saflarına dönmeleri ters bir akıntı olarak
açıklanmaktadırlar. Bunun net bir örneği de, tekrar güçlenmeyi
hedefleyen Bilge Kağan daha önceleri kendi topraklarını terk ederek
Çin'e sığınan Tokuz Oğuzlara geri göç etmeleri için çağrıda bulunmasında
idi. Bunun üzerine Oğuzlar'ın Bilge Kağan ve Tonyukuk'a güvenerek geri
döndükleri anlaşılmaktadır. Zira 726 yılında veya ona yakın bir zamanda
dikildiği sanılan Tonyukuk kitabesinde Türk Bilge Kağanın, Türk Sır
Budununu, Oğuz Budununu besleyip oturduğunu söylemesi doğal olarak bu
sonucun doğru olduğunu teyit etmektedir219. Bilge Kağan'ın da Köl-tigin
için diktirdiği kitabede Oğuz budunu ve beylerine de hitap etmesi;
Oğuz'ların Kağan'a bağlılıklarını sürdürdüğünü, ana kitlenin Ötüken'de
bulunduğunu ifade ediyor. Oğuzlar, Göktürk Devleti'nin sonuna kadar
tabi pozisyonlarını korumuşlardı. Ancak bu bağlılığın Göktürk
Devleti'nin sonlarına yakın sarsıldığı ve aradaki iplerin koptuğu
bilinmektedir. Göktürkler'e aşırı sadık kalan bazı Oğuz grupları ise
onlarla birlikte devletin çöküşü üzerine Çin'e gitmişlerdi. Göktürk
kitabelerinde geçen bazı bilgilerden de Oğuzlar1 m sadece Çine değil ana
yurdun batı kısmına, Türkeşlerin yurduna doğru göç etmiş olabileceği
kanaatine varabiliriz.
Bu kitabe Uygur Kagani Moyun-Çor tarafından' diktirilmiştir.
1970 senesinde Moğolistan'da Tarbagatay Dağlarının 2 km güneyinde N. SerOdjav ve
V.V. Volkov adlı iki arkeolog tarafından bulunmuştur
Kitabede bulunan tamga, Şine-Usu yazıtında da vardır. Uygur
tarihi için oldukça önemli olan bu yazıtın tarihlendirilmesi hususunda farklı
görüşler mevcuttur).Ancak kitabeyi kronoloji olarak takip ettiğimizde yazıtın
753 yılına kadar geldiğini görebiliriz.
Ilk Once yazıtın tam metnini vermek istiyoruz.
Doğu Tarafı
1-.... yollug kagan... Bumın Kagan üç kagan olurmış eki
yüzyıl olurmış
…. Talihli kagan… Bumın kagan üç (kişi) kagan(olarak) oturnuşlar,
iki yüzyıl oturmuş
.... ileri gelenleri ile bize katıldı. Bin kişi sevketti.
Ozmış Tigin Odurgan 'dan yürüyor dedi. Onu al (gel) dedi
7- '[kutlug yagu kan bolmış,tiyin işitip] irtim.kara kum
aşmış kögürde kömür tagda yar ögüzde üç tuglıg Türk bodunka yetinçay tört yigirmike'
'
[Kutluğ Yabgu han olmuş diye işitip] eriştim. Kara-Kum'u aşmış
Kögür'de,Kömür-Tag'da
(ve) Yar-Ogüz'de Uç-Tuglıg Türk Bodun'a yedinci ayın
ondördünde
8- ...anta tokıtdırdım kanın altım anta yok boltı Türk bodunıg
anta içgertim anta yana
…orada dövdürdüm. Hanıni, (esir) aldım. Orada yok oldu
(öldü).Türk halkını orada itaata aldım. Orada yine'
9- ... takı ozmış tigin kan boltı kony yılka yorıdum
... ve Ozmış Tigin han oldu. Koyun yılında ['743) (üzerine)
yürüdüm
Güney Tarafı
1- .... ekinti [süngüş engilki] ay altı yangıka tokışdım ...
biçin yılka yorıdım [anta] süngüşdim anta sançdım kanın anta
... ikinci [savaşı ilk) ayın altıncı gününde yaptım;..
Maymun yılında (744) yürüdüm, [orada} savaştım, orada mızrakladım. Hanını
2- tutdım katunın anta altım [Türk bodun anta ıngaru yok
boltı Şine-Usu] anta kisre başı kelti [peymey tigin kan bolmış tiyin] takıgu
yılka yorıdım yılladım beşinç ay üçyiğirmike kalışdı.
Tutdum. Katununu orada [esir] aldım. [Türk halkı o andan itibaren yok oldu}!
Ondan sonra liderleri geldi. [Peymey Tigin han olmuş diye}Tavuk/yılında (745)
yürüdüm. Bir yıl geçirdim. Beşinci ayın on üçünde (746) ayaklandılar.